8 Nisan 2009 Çarşamba

ben...

Nesin senlere var mı cevabım?
Ben benim desem inanırmısın dürüstlüğüme...
Bir tek kendimim desem kızmaz mısın bencilliğime...
Soyadım açıklar kanımın kaynağını...

Cevaplarım benim için olanlara...
Benden bize bizden bene giden paylaşımlarıma...
Dost muyum düşman mıyım her yere...
Tektir benliğim beni anlayıp kabul edene...

Ne dertler erittim beni bilenlere...
Ne dertler topladım beni ben olarak bilenlere...
Nedir beni ben yapanlar dediklerinde...
Tek cevabımdır sizlere ve herkese...

27 Mart 2009 Cuma

Kobe Bryant. vs LeBron James

Basketbol aşkım çocukluğuma dayanır... Bir çok insanın karşı fikrine rağmen basketbol futboldan daha estetik ve güzel bir spordur benim için...

Bir de basketbolun efendileri vardır. Tarihte bir çok insanın adını söyleyebilirsiniz... Ama Michael Jordan onlardan farklıdır. 6 şampiyonluk kazanan bir basketbol majestesidir. Saygı duyulur herkes tarafından...

Kobe Bryant benim jenerasyonumun üyesidir. İnanılmaz bir skorer ve istediği zaman herkesten iyi yapabildiği bir savunması vardır. Ama benim için önemli olan saygıdır. Kobe 81 attığında onu sabah saatlerinde televizyon başında izleme şansına eriştim...

Çok etkileyici bir performanstı. Bir tarihti. Saygı duydum.

Ama hep sorduklarında Kobe'de bir şeyler eksik dedim. Fikrim yıllarca olgunlaştıkça farkettim ki konu "saygı"... Kobenin egosu yüzünden kimseye saygı duymayan bir yapısı var. Politik açıklamalarında MJ için saygı sözleri sarfetmiş olabilir ama 40'ında geri dönen MJ'in son All-Star karşılaşmasında yaptıkları hala hatıralarımda...

O yüzden içim içim her maçını izlediğimde "yok be abi" dedirtti bana... Allah vergisi yeteneği inanılmaz skorer oyunu gerçekten etkileyici.. Ama 23+1 olması bile bence onu bir adım ileriye götürmeyecek...

Herkesin düşündüğünün aksine bu sene Lakers yine şampiyon olamayacak. Yeni gelen taçsız kral LeBron onu yenecek finallerde... 23 numaranın veliahtı olduğunu ispatlayacak...

Ve bende keyifle Kobe'nin saygıyı öğrenmesini izleyeceğim...
Peace is a lie, there is only passion.
Through passion, I gain strength.
Through strength, I gain power.
Through power, I gain victory.
Through victory, my chains are broken.
The Force shall set me free.

Vatan, Hak ve Adalet...

Siyasi yazılar yazmaktan hiç bir zaman mutlu olan bir adam olmadım. Sonuçta jenerasyonumun apolitik hale getirilmesinden bende etkilenmişimdir. Fakat ailemin bir çok politikacı yetiştirmesi ve ister istemez aile ortamlarında konuşulan politika benimde kanıma çoçukluğumdan beri işlemiş vaziyette...

Okumayı ve araştırmayı seven kişiliğimin beni zor durumda bıraktığı anlardan biridir politik konular. Rahmetli dedem başta olmak üzere; ailemin siyasi görüşü MHP'dir. Benim de çocukluğumdan beri sempati duyduğum partidir... Hatta oy kullanma hakkını elde ettikten sonra bazen bilinçli bazen bilinçsiz oy verdiğim partidir MHP...

31 yaşın getirmiş olduğu olgunluk, okuduğum yüzlerce yazı ve kitap içimde çelişkilere sebep oldu. Sosyalizm'in önemini kavrayan, insanların eşit haklara sahip olmasını bilen ve destekleyen bir aydınım. O zaman benim politik kişilğimdeki bölünme nedir?

Solcumuyum? Hareket Partili Ülkücümüyüm. ???

Bu konular üzerinde kafa patlattığımda, ülkemdeki kutuplaşmalara şahit oldukça içimdeki öfkenin büyüklüğü gün ve gün artıyor.... Ben neyim, kimim neyi desteklemeliyim.

Benim kadar okumamış(okuyamamış) insanların; fanatikleşmesini ve partileri subjektif görememesini gerçekten anlıyorum. Benim gibi bir adamın kafasını bu kadar karıştırabiliyorlarsa cehalet'in pençesine takılan insanları piyon gibi kullanmak ne kadar kolay...

Tepki oyu vermek...
Çamaşır makinesi veya kömür uğruna (yani aç kalmamak uğruna) oy vermek...
Hiç bir düşünceyi benimsemeyeyip ülkesine yabancılaşıp hiç oy vermemek...
Devlete kızıp oy vermek...
Küba'ya özenip "Che" T-Shirt'leri giyip, Komunist partilere oy vermek...

Karar vermek gerçekten zor. Kendimi elit ülkücü olarak tanımladım yıllarca... Ama MHP'e bu belediye seçimlerinde oy verebilecek miyim? Sempatisi duyduğum partiye oy verebilecek miyim? Bilmiyorum...

Ama gözlemlediğim ve bildiğim konularda var...

Amerikanın dünya politikası sadece amerikalıları ve "batı" yı kapsıyor...
Her şeyi kendi çıkarları için yapıyorlar ve dünyayı yok ediyorlar ve etmeye devam edecekler. Eninde sonunda (şu anlık yaşanan ekonomik kriz bence bunun ilk göstergesi) güçlerini kaybedecekler. Kapitalizm yok olacak...

Vatanım herşeyden önce gelir. Bu ülke benim. bırakıp gitmeye, kaçmaya hiç niyetim yok. Uğruna ölmek şehit olmak benim için bir gururdur.

Türkiye'de büyük bir adalet, hak sorunu var. Kimse bunu düzeltmeye çalışmıyor. Kimse eşit değil. Paranın gücü sistemi alt edebilme hakkı veriyor...

Büyük bir eğitim problemi var. Bilgisiz ve cahil insanların daha kolay yönetilmesi parti bağımsız her siyasetçinin kullandığı bir maşa. Mevcut hükümetin (AKP) okul yerine cami yaptırıp halkın islamiyet şemsiyesi altında fanatik bir din grubu yaratması, başı örtülü insanları siyasi bir simge haline getirmesi hep buna işaret...

Pozitif bilimin kayıtsız şartsız tek doğru olduğunu, teknolojinin ve bilimin bizi ülke olarak ileriye götürecek en önemli kavram olduğunu bilerek AKP'ye oy verebilmem imkansız.

Yukarıdaki son paragraf beni bir çok kişinin kafasında "dinsiz" olarak nitelendirmeye yetecektir. Maneviyatın yaşamımızı şekillendirmeye çalışmasına dinsizlik deniyorsa, evet ben bir dinsizim.
İnsanların hangi dine inanacağı, neye tapacağı kimseyi ilgilendirmemeli?

Son yazdıklarım insanların aklına "demokrasi" kavramını getirecektir. Herkesin her şeyi söyleyebildiği, tartışabildiği ve düşünce suçunun olmadığı bir sistem. Demokrasi, eğitim sistemi ile büyüyen bir olgudur. Eğitim seviyesi düştükçe demokrasi anlamını kaybeder. Fikri olmayan, yaşama mücadelesi veren insanın fanatikleşmesi engellenemez. İdeolojiler cahil insanları yönetir. Eğitimli insanlar ideoloji yaratır.

Soru şu : demokrasi kendini yok etmeye mahkum bir sistem midir?

Bence ülkemde bir demokrasi platformu yok. Tarihimize baktığımızda insanların daha çok fikirlerini söyledikleri görülebilir. Ama bunun sebebi Türkiye'deki demokrasinin gelişmesi değil, teknolojinin bize bu imkanları sunuyor olması. Internet'in gücünü yeni anlayan insanların bunu fark etmesi sayesinde ülkemde demokrasi var görünmekte...

Türkiye'deki demokrasi (AKP'nin savunduğu demokrasi) kendini yok etmeye çalışan bir sistem haline geldi. Bu yazıya bir çok "hayır" cevabı gelebilir. Ya da tam tersi çok destekleyen de çıkabilir. Ama ilgilendiğim destekler veya karşı görüşler değil.

En önemli konu bu ülkeye "ılımlı islam" siyasetini tanıştıran AKP'nin ne yapmak istediği. Benim oyumu kazanabilmeleri için; Milli Eğitim bakanlığının bütçedeki payını artırmaları gerekirdi. Kadrolaşma yerine hakkaniyetli davranıp hak edenlere hak ettiklerini vermeleri gerekirdi. Zamanın da devleti Avrupa İnsan Haklarına şikayet eden bu insanlar türk halkına haklarını vermeye çalışırdı.

Sonuçta Türkiye'deki demokrasi kendini yok etmeye çalışan bir sistem haline dönmüştür. Ve bu konuda yapacakta çok fazla bir şey kalmamıştır.

Ne yapmalıyız? Kime oy vermeliyiz?

Açıkçası ve dürüstçesi bende bilmiyorum. İsyanım da zaten bu kararsızlığıma... AKP'ye veremeyeceğim. Ankara Belediye Başkan adaylarından Murat Karayalçın'a vermek istemiyorum. Çünkü PKK kampını ziyaret eden bir kişinin politik görüşü benim için önem arz etmiyor.

Burada insanların benim milliyetçi yanımı görüp tepki verebilirler. Bu konuda söylecek çok şeyim olmasına rağmen demokratik bir ortamda DTP milletvekilleri ile oturup fikir alışverişi yapıp, Bahçeli gibi onların elini sıkabilirim. Bu politikadır. İnsanlar benimle aynı görüşü paylaşmak zorunda değildir. Ama eline silah alıp benim askerimi öldürüyorsan o zaman onun adı savaştır. Ve savaşta bir taraf seçmek gerekiyorsa tarafım Türkiye Cumhuriyetidir.

MHP'ye oy vermek bu seçimlerde artık içimden gelmiyor. Bahçelinin lider karizması olmadığı bir gerçek. Partinin bir lidere ihtiyacı var ve koltuk sevdası (bencillik) bunu engelliyor. MHP'nin ocaklarda gençleri eğitip belli bir noktaya getirmeye çalışması yerine Kurtlar Vadisi fanatikleri yetiştirmesi, hayat görüşünün daraltılmasına dayanamıyorum.

Geldiğim nokta yine belirsizlik.

Seçemedim. Bilemedim. En iyisi sandığın başında karar vermek...
İnsanları biraz bekleteceğim galiba. Ne yapalım saygısız der yaşlılar onları beklettiğim için, bilmeden kafamın ne kadara karışık olduğu...

Ne uğruna....
Belki beylik... Belki motivasyon konuşması....
Ne de güzel demiş atam -> "Ne Mutlu Türküm Diyene..."


Ali Tunç Atakan

26 Haziran 2007 Salı

Bir hikaye gerekiyor...

Bende anlatmak istiyorum...

Başlangıç noktam DEĞİŞİM...

Benim hayatım koşmak üzerine geçer, koşmanın yürümeden farkına anlayabilenler için tabi ilk kelimelerim. Yaşam herkes için farklı bir hızda ilerlerken benim için ivmelenerek artmalıdır. Durağan enerjinin kayıp bir güç olduğuna kendime inandırdığım için bütün bu olanlar.
Ben hızı seviyorum, tutkuyu, mücadeleyi, hırsı... Kaçan insanlardan, kaçmayı düşünenlerden rahatsız oluyorum. Çevreme vazgeçmemek gerektiğine, vazgeçmenin kabulleniş olduğunu inandırmaya çalışıyorum.

Entel olmak için değil; daha iyi anlatmak, daha iyi iletişim kurmak için kitapları odama diziyorum...

Daha organize olabilmek için durmadan kendimi zorluyorum...

Ben yaşamı ve kuralları kabullenmeyen modern bir isyankarım temelde... Kuralların, prensiplerin esnemesi gerektiğine doğru yanlış ayrımının kesin çizgilerle ayrılmasını istiyorum. Siyah ve beyaz gibi... Ara tonların her zaman bahsedilen insan faktörü olduğuna inanıyorum...
Anlatmak ve iletişim kurmak, yaşamı nehrin üzerine düşen yaprak gibi sürüklenerek görmek isteyenler için ne kadar zor ve gereksiz... Ben onların yanlarında akıntıya karşı kürek çekerken, binlercesini okyanusa dökülerek GENEL olmak istemesini anlayamıyorum ve anlamakta istemiyorum. Ben KAYNAĞI merak ediyorum... Nehrin doğduğu yeri ve oraya benden önce gelmiş olanları.

Farkı görmek istiyorum ki kurallar yeniden yazılsın, kaynağa göç etmek istiyorum ki değiştirilebilsin. Ve yaşamı bu mücadele için bir arena olarak görüyorum. Kadere, koyulmuş kurallara, mecburiyetlere meydan okuyorum.
Detayları bol olan hikayemin temeli budur.

Ben DEĞİŞTİRMEK için yaşıyorum...

10 Ekim 2006 Salı

10 Kasım

Herkesin hayatında, kalbine ve bilinçaltına bir daha asla çıkmamak üzere yerleşen anlar vardır. Ankara’da yaşadığım binlerce olay arasında ilkokulda ziyaret ettiğim Anıtkabir ziyareti en unutulmaz olanıdır.

Yaşadıklarımı kelimelerle yansıtmaya çalışırken kabul ediyorum ve hatta söylerken zevk alıyorum, yaramaz bir çocuktum. Okul gezilerinden benim için derslerden kaçmakla aynı anlama geldiği için her zaman çok zevk almışımdır. Anıtkabir ziyareti de bunlardan biriydi.

Okul servisinde arkadaşlarımla beraber Anıtkabir’e doğru giderken içim kıpır kıpır etrafımdakilere sataşıyor, öğretmenlerimden devamlı ufak azarlar işitiyordum. Benim için ise keyfime diyecek yoktu, tahta sıralarda tenefüs zilini bekleyen çocuk değildim...

Anıtkabir’in girişinde okul otobüsleri park ederken öğretmenlerin tavırlarındaki olağanüstü heyecanı farketmiş olmama rağmen bir anlam veremiyordum. Daha önce öğretmenlerimizin anlattığı Anıtkabir’e gelmiştik. Küçük aklımla diğer gezilerden farkını anlamaya çalışıyordum.

Otobüsten inip sıra olmaya çalışırken, askerlerin sarsılmaz ve kıpırtısız duruşları dikkatimi çekmişti. Sıranın en arkasında beden eğitimi hocamla beraber yürümeye başlamıştık. Etrafıma bakıp yıllar sonra bu yazıyı yazarken hatırlayıp yüzüme gülümseme ve hayranlık dolduran o muhteşem yapının içinde ilerlemeye başlamıştık.

Beden eğitimi öğretmenim hem beni kontrol altında tutabilmek hemde Atatürk’e olan hayranlığını rahat rahat anlatabilmek için kolumdan tutarak Aslanlı yolda yürüyorduk. Öğretmenimin dudaklarından rehber edasıyla kelimeler dökülüyor, aslanlı yolun hemen başında sağ tarafta bulunan İstiklak Kulesindeki Anıtkabir maketini gösterip yapılış tarihini anlatıyordu. Maket ilgimi çekmişti. Tarih buradaydı. Sadece bakmayı bilmek gerekiyordu.

Yürümeye devam ederken birden içimi korkuyla kaplayan sirenler ötmeye başladı. Panik içinde öğretmenime baktığımda gözlerini bile kırpmadan durduğunu ve benimde yapmamı beklediğini gördüm.
Sirenlerden ürkmeme rağmen, öğretmenimin yanında durmaya başladım. Gözlerimle etrafımı araştırırken nöbet tutan askerlerden birine takılmıştım. Mermer gibi duran askerlerden yaşlar akıyordu. Önce şaşırdım, sonra daha dikkatle etrafıma anlamak için bakmaya başladım.

Yüzlerce insan kıpırtısız, gözleri yaşlı Atatürk’ü anıyordu. Saygılarını ve hayranlıklarını dile getiriyorlardı. Çok etkilenmiştim. Sirenler sustuğunda öğretmenime binlerce soruyu nefes almadan sıralıyor, öğrenmek istiyordum.

Anıtkabirin merdivenlerine geldiğimizde içim içime sığmıyor, sabırsız karakterim koşarak merdivenleri çıkmak istiyordu. Her basamak merakımı ve heyecanımı artırıyordu. Nihayet içeri girdiğimizde etrafıma ağzım açık şekilde bakıyor, içerideki ruhu içime çekmeye çalışıyordum. Bir ulus yaratan önderin mezarına gelmiştim.

Hayatımda bir idol olan önderin mezarında, o çocuk aklımla bir şeyler söylemek istedim. Etrafımdaki arkadaşlarımdan ayrıldığımı ve daha sonradan MOZOLE olarak adlandırıldığını öğreneceğim geniş odada, mermer yapıya yürüyerek “Teşekkür ederim” dediğimi hatırlıyorum.

Panik halindeki öğretmenlerimin yanıma koşmasını, meraklı gözlerle bana bakışlarını, söylediklerimi duyan iki nöbetçi askeri hatırlıyorum. Öğretmenlerim kolumdan çekerek beni tekrar sıraya sokmaya çalışırken o askerin gözlerinin içi gülerek bana “Aferin!” demesini hatırlıyorum.

Ben, Atatürk’ün bize bıraktığı mirasın ne kadar değerli olduğunu çocuk yaşta anlayan bir Türk genciyim. Ankara’da değilde başka bir şehirde yaşasaydım bu iç olgunluğa bu kadar erken erişirmiydim bilmiyorum ama herkesin Anıtkabir’i ve içindeki tarihi, mücadeleyi görmesi gerektiğine inanıyorum.

Bu ulusun oluşmasındaki mücadelenin en önemli simgesi Anıtkabir... Bu ülkenin en önemli anıtı Anıtkabir... Ve benimde parçası olmaktan gurur duyduğum ülkenin, gözleri dolu dolu onlarca kere yürüdüğüm Aslanlı yolun ev sahibi Anıtkabir...

Kalpten söylüyorum... Damarlarımdaki kanla söylüyorum...

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE !!!