Herkesin hayatında, kalbine ve bilinçaltına bir daha asla çıkmamak üzere yerleşen anlar vardır. Ankara’da yaşadığım binlerce olay arasında ilkokulda ziyaret ettiğim Anıtkabir ziyareti en unutulmaz olanıdır.
Yaşadıklarımı kelimelerle yansıtmaya çalışırken kabul ediyorum ve hatta söylerken zevk alıyorum, yaramaz bir çocuktum. Okul gezilerinden benim için derslerden kaçmakla aynı anlama geldiği için her zaman çok zevk almışımdır. Anıtkabir ziyareti de bunlardan biriydi.
Okul servisinde arkadaşlarımla beraber Anıtkabir’e doğru giderken içim kıpır kıpır etrafımdakilere sataşıyor, öğretmenlerimden devamlı ufak azarlar işitiyordum. Benim için ise keyfime diyecek yoktu, tahta sıralarda tenefüs zilini bekleyen çocuk değildim...
Anıtkabir’in girişinde okul otobüsleri park ederken öğretmenlerin tavırlarındaki olağanüstü heyecanı farketmiş olmama rağmen bir anlam veremiyordum. Daha önce öğretmenlerimizin anlattığı Anıtkabir’e gelmiştik. Küçük aklımla diğer gezilerden farkını anlamaya çalışıyordum.
Otobüsten inip sıra olmaya çalışırken, askerlerin sarsılmaz ve kıpırtısız duruşları dikkatimi çekmişti. Sıranın en arkasında beden eğitimi hocamla beraber yürümeye başlamıştık. Etrafıma bakıp yıllar sonra bu yazıyı yazarken hatırlayıp yüzüme gülümseme ve hayranlık dolduran o muhteşem yapının içinde ilerlemeye başlamıştık.
Beden eğitimi öğretmenim hem beni kontrol altında tutabilmek hemde Atatürk’e olan hayranlığını rahat rahat anlatabilmek için kolumdan tutarak Aslanlı yolda yürüyorduk. Öğretmenimin dudaklarından rehber edasıyla kelimeler dökülüyor, aslanlı yolun hemen başında sağ tarafta bulunan İstiklak Kulesindeki Anıtkabir maketini gösterip yapılış tarihini anlatıyordu. Maket ilgimi çekmişti. Tarih buradaydı. Sadece bakmayı bilmek gerekiyordu.
Yürümeye devam ederken birden içimi korkuyla kaplayan sirenler ötmeye başladı. Panik içinde öğretmenime baktığımda gözlerini bile kırpmadan durduğunu ve benimde yapmamı beklediğini gördüm.
Sirenlerden ürkmeme rağmen, öğretmenimin yanında durmaya başladım. Gözlerimle etrafımı araştırırken nöbet tutan askerlerden birine takılmıştım. Mermer gibi duran askerlerden yaşlar akıyordu. Önce şaşırdım, sonra daha dikkatle etrafıma anlamak için bakmaya başladım.
Yüzlerce insan kıpırtısız, gözleri yaşlı Atatürk’ü anıyordu. Saygılarını ve hayranlıklarını dile getiriyorlardı. Çok etkilenmiştim. Sirenler sustuğunda öğretmenime binlerce soruyu nefes almadan sıralıyor, öğrenmek istiyordum.
Anıtkabirin merdivenlerine geldiğimizde içim içime sığmıyor, sabırsız karakterim koşarak merdivenleri çıkmak istiyordu. Her basamak merakımı ve heyecanımı artırıyordu. Nihayet içeri girdiğimizde etrafıma ağzım açık şekilde bakıyor, içerideki ruhu içime çekmeye çalışıyordum. Bir ulus yaratan önderin mezarına gelmiştim.
Hayatımda bir idol olan önderin mezarında, o çocuk aklımla bir şeyler söylemek istedim. Etrafımdaki arkadaşlarımdan ayrıldığımı ve daha sonradan MOZOLE olarak adlandırıldığını öğreneceğim geniş odada, mermer yapıya yürüyerek “Teşekkür ederim” dediğimi hatırlıyorum.
Panik halindeki öğretmenlerimin yanıma koşmasını, meraklı gözlerle bana bakışlarını, söylediklerimi duyan iki nöbetçi askeri hatırlıyorum. Öğretmenlerim kolumdan çekerek beni tekrar sıraya sokmaya çalışırken o askerin gözlerinin içi gülerek bana “Aferin!” demesini hatırlıyorum.
Ben, Atatürk’ün bize bıraktığı mirasın ne kadar değerli olduğunu çocuk yaşta anlayan bir Türk genciyim. Ankara’da değilde başka bir şehirde yaşasaydım bu iç olgunluğa bu kadar erken erişirmiydim bilmiyorum ama herkesin Anıtkabir’i ve içindeki tarihi, mücadeleyi görmesi gerektiğine inanıyorum.
Bu ulusun oluşmasındaki mücadelenin en önemli simgesi Anıtkabir... Bu ülkenin en önemli anıtı Anıtkabir... Ve benimde parçası olmaktan gurur duyduğum ülkenin, gözleri dolu dolu onlarca kere yürüdüğüm Aslanlı yolun ev sahibi Anıtkabir...
Kalpten söylüyorum... Damarlarımdaki kanla söylüyorum...
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE !!!
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder